6 Kasım 2014 Perşembe

Hayatın Kokusu

Sevimli bir hikaye bu beni en çok eğlendiren ve yaşadığımı hissettiren. Defalarca kapısından içeri girdiğim bu küçük oda her seferinde midemi bulandırmıştı. Kapının karşısındaki pencere asla günışığı görmemişti ve karşıdaki yüksek bina dışarı açılan pencerenin tek manzarasıydı ve bir o kadar uygundu buraya. 
Duvarlar küflenmiş, yeşile dönmüştü yer yer kararmış kendiliğinden şekiller oluşmuştu bu da oldukça uyuyordu bu odanın ruhuna.  Dikdörtgen odanın bir tarafında eski bir yatak diğer tarafında ise ayna ve masa vardı.  Masanın üzerinde rastgele konulmuş onlarca makyaj malzemesi kullanılmışlık hissi uyandırıyordu.  Ne zaman aynanın önünde rastgele bir şeyleri alıp yüzünü boyadığını görsem aynı his midemden boğazıma doğru yükselirdi.  Oda her zaman pislik içindeydi; yemek artıkları bira kutları, içki şişeleri, poşetler odanın her yanına dağılmış olurdu. Duvarlarda asılı duran üç beş poster sararmış, nemden kabarmıştı. Bir tanesi Da Vinci'nin Mona Lisa'sıydı ve artık ona pek de benzemiyordu.  Böyle harabe bir yerde bir sanat eseri bile pejmürde görünüyordu.

Onlarca kez girdim bu odaya her seferinde daha çok nefret ettim. Asla sona ermeyecek bir döngüde sıkışıp kalmıştım sanki. Bu odayı her terk ettiğimde bir daha geri dönmeyeceğime dair kendime söz verdim. Ama nafileydi her seferinde daha çaresiz olarak geri döndüm ve daha gözü dönmüş olarak.  İçimden yükselen karanlık hayatımı ele geçiriyordu.  Her geçen gün daha az ben oluyordum.  Dönüştüğüm şeyin ne olduğunu bilmeden. 

Bir keresinde kapıyı açtığımda onu yatağında buldum ölü gibi yatıyordu.  Yarı çıplaktı bedeni morluklar içindeydi.  Belki gerçekten ölmüştür diye düşündüm. Yatağı yanına gidip nefesini dinledim hayır uyuyordu bir ölüden farkı yoktu ama yaşıyordu.  O anda bütün vücudumu bir titreme kapladı nasıl bir histi anlayamadım.  Heyecan, sevinç yoksa korkumu bunları ayırt edecek kadar yaşıyor hissetmemiştim hiç.  Delice bir gülmeye kapıldım.  Gittikçe daha yükselen kahkahalarım odayı doldurdu o zaman yataktaki beden kıpırdadı başını çevirip bana baktı.  Hiç bir şey görmeyen o gözlerle boş ölü gözlerle bana baktı hayır beni görmüyordu biliyordum tekrar kafasını çevirip ölü uykusuna döndü.  Kahkahalarım yatıştığında oda eski sesizliğnde kendi pisliğine döndü.  Odanın içinde dolaşmaya başladım masanın üzerinde biraz para vardı.  Şaşılacak şey değildi ama pervasızca bırakılmış bu para bu odanın ruhuna aykırıydı.  Parayı alıp cebime koydum odadan çıktım.  Tekrar odaya döndüğümde yatağın üzerinde oturuyordu.  Üzerinde yırtık bir gecelik elinde sönmekte olan bir sigarayla oturuyordu.  Kafasını kaldırıp beni gördüğünde ilk defa bana baktığını hissettim.  Bana bakıyordu gözlerinde şaşkınlık ya da nefret ya da öfkeye benzer bir şeyler vardı ama anlayamıyordum o kadar yaşıyor sayılmazdım.  Yataktan fırlayıp üzerime doğru yürümeye başladı ağzından salyalar akıtarak bağırıyordu "söyle küçük piç parayı ne yaptın? " bağırıyordu o bağırdıkça içimde gülme isteği uyanıyordu. Güçsüz elleriyle yakama yapıştığında kahkahalarla gülmeye başladım.  Elleri gevşedi yüzündeki ifade hiç görmediğim bir şeye dönüştü.  Durmadan gülüyordum kendimi durduracak güce sahip değildim.  karşısında duran şeyin ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Sesim çıkmayanlar kadar gülmeye devam ettim bedenimdeki bütün güç çekilip alınmış gibi olduğum yere çöktüm sonra onun yatağının bir köşesine kıvrılmış ağlıyor olduğunu farkettim.  Daha önce görmüş müydüm hatırlamıyorum ama yaşlar boyalı yüzünde izler bırakarak akıyordu görünüşü şimdi hiç birşeye benzemiyordu bir insana hiç değil.  Yerimden doğrulup pencereye gittim gri duvar her zamanki gibi aşılmaz görünüyordu.  Her nedense bu manzara bana kendimi iyi hissettiriyordu.  Derin bir nefes aldım küf, ter, sidik ve parfüm kokusu ciğerlerime doldu. Midemin bulandığını hissettim.  Alışkın olduğum bu bulantı zaten boş olan midemi tekrar boşaltmamla son buldu.  Sarımsı acı bir su ekşi bir koku bıraktı.  Odadan çıkmak istedim ama ayaklarım kıpırdamıyordu. Yatakta hala ağlıyordu ona baktım hala yaşıyor muydu gerçekten yoksa bunların hepsi benim sanrılarımdan mı ibaretti.  Gerçekten var mıydı?  Ona döndüm daha önce ona hiç dokunmadığımı farkettim.  Elimi uzatıp omzuna dokundum yaralı bir hayvan gibi duvarın köşesine sindi.  Tuhaftı birşey hissetmemiştim. Belki de gerçekten yoktu.  Yatağın üzerine çıktım ona doğru ilerledim gözlerinde başka bir şey vardı şimdi. Korku, dehşet garip bir pırıltı yaşadığına dair bir kanıt ama bu bana yetmezdi. Kollarından tutup güçsüz bedenini yatağa serdim.  Üzerine oturup kolları bacaklarım altına sıkıştırdım. Kıpırdayacak gücü yoktu tıpkı bir böcek gibi çaresizdi.  Bu hali beni eğlendiriyordu.  İçimden yükselen tuhaf yepyeni bir his bütün bedenimi ele geçiriyordu. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu soluğum hızlanmıştı kanımın damarlarımda aktığını hissediyordum âdeta. Ellerimle boyalı yüzüne dokundum gözyaşlarının nemlendirdiği boyalar birbirine karışmıştı kırmızı rujunu yanaklarına bulaştırdım daha da tuhaf görünüyordu şimdi.  Hayır insan değildi bir insana benzemiyordu.  Ellerim yüzünden incecik boğazına kaydı neredeyse bir elimle bile tutabilirdim.  Bir insan nasıl böyle görünebilirdi tıpkı bir böcek gibi diye düşündüm.  Bu fikir hoşuma gitmişti varlığını o kadar önemsizleştiriyordu ki yaşayıp yaşamaması kimsenin umurunda olmazdı.  Solgun derisinin altında yeşil damarları kabarmıştı ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Yeşil şeritler boynundan aşağı kollarına doğru iniyordu. Onu hayatta tutan bunlar mıydı ? Gerçekten hayatta mıydı?  Gözlerinin kocaman açıldığını gördüğümde boğazını sıktığımı farkettim ama o kadar güçsüzdü ki kıpırdayamıyordu bile. Üzerinde durmaktan sıkılmıştım. Yerdeki kıyafetlerden bir kaçını alıp ellerini bağladım o anda çığlık attığını duymaya başladım.  Ne zamandan beri bağırıyordu acaba? Kendime güldüm bir başka bezle ağzını tıkadım şimdi sadece iniltiler duyuluyordu ki bağırmaktansa inlemek ona daha çok yakışıyordu. Yataktan kalkıp tekrar pencereye gittim gri duvar içimi ferahlatıyordu olanları düşünmek istedim ama hemen vazgeçtim düşünmek asla işe yaramamıştı. Odanın içinde bir kaç kez döndükten sonra yerden bir parça bez alıp ıslattım yıllardır görmediğim insan yüzünü görmek istiyordum.  Yatağa gidip boyadan görünmeyen yüzünü silmeye başladım ama sanki bir parçası olmuşlar gibi inatla çıkmıyorlardı uzun süre uğraşmak zorunda kaldım. Sonunda insana benzer birşey ortaya çıktı.  Ama hala yeterince insana benzemiyordu.  Tekrar odanın içinde dolaşmaya başladım bana insan olduğunu, gerçek olduğunu kanıtlayacak birşeye ihtiyacım vardı ama bir türlü bulamıyordum. Makyaj malzemelerini karıştırmaya başladım.  Sonunda aradığımı bulmuştum aynı tuhaf his bütün bedenimi kapladı kalbim hızlandı, yatağa ona döndüm.  Gözleri daha çok açılmıştı kafasını iki yana sallıyordu tıpkı bir böcek gibi debeleniyordu.  Tekrar damarlarımda akan kanı hissettim. Bu olağanüstü birşeydi daha önce hiç yaşamadığım bir şey. Çelimsiz bedenin üzerine oturdum altımda hareketsiz kalmıştı. Güzsüzlüğü, çaresizliği beni daha çok heyecanlandırıyordu.  bu odadaki herşey gibi kullanılmış elimdeki jilet bana son kanıtı verecek yegane şeydi şimdi.  Yüzüne baktım kahverengi soluk gözleri, çökmüş avurtları ve kırışmış derisi insandan çok plastikten yapılmış gibi görünüyordu.  Belki bir heykel dersine aitti kim bilir hala gerçek olup olmadığını bilmiyordum.
Birden bire vücudumun ağırlaştığını hissettim. Yorgunluk bütün bedenime yayıldı. Yanına uzandım ve ilk defa ona bu kadar yakın olduğumu farkettim.  Kollarımla çelimsiz bedenini göğsüme doğru çektim vücudu buz gibiydi, insan öldüğünde soğur derlerdi yoksa gerçekten yaşamıyor muydu?  Bir ceset, bir hayalet... 

Gözlerimi açtığımda hala odada olduğumu farkettim sanki çok fazla zaman geçmişti. Odanın bütün ruhu değişmiş gibiydi. ona baktım hala kollarımın arasında kıpırtısız duruyordu o da uyuya kalmıştı demek ki.  Yüzüne baktım kızarmıştı belki de ağzına tıkadığım bez yüzündendi doğru düzgün nefes alamıyordu. Ağzındaki bezi çıkardım. Ellerini çözmeli miydim karar veremedim ama bağlı kalması daha iyiydi sanki.  Şimdi ağzından rahatça nefes alıyordu ve daha bir yaşıyor görünüyordu.  Bir an için içimde ona karşı sıcak birşeyler hissettim belki de şefkat dedikleri buydu ya da acıma.  Uyuyan yüzünü izlemek bir ölüyü izliyormuşum gibi hissettirdi.  Uyumak ve ölmek arasında sadece uyanmak fark yaratıyordu. 
Yataktan kalkıp pencereye gittim gri duvar artık yoktu sadece karanlık.  Zaten ışığa ihtiyacımızda yoktu. Işık onu görebilenler için vardı oysa ben onu hiç görmemiştim. Bazılarının hayatı sadece karanlıkta anlam buluyordu. Çoğu zaman insan olup olmadığıma karar veremiyordum belki bu yüzden onun gerçekliği bu kadar önemliydi. O gerçekse ben de gerçek olacaktım. Bir çift göz olmanın ötesine geçebilirdim belki. Yaşayabilirdim...
Yatakta kıpırdanmaya başladı şimdi o donuk gözlerle bana bakıyordu. Gözlerine baktığım anda bütün uyanan iyi hislerimin yerini bulantı aldı. Uyuyor olarak kalmalıydı ya da ölü.  Yatağın yanına düşmüş jilet solgun ışıkta parlıyordu. Bana bu loş ışıkta verilen işaret bu olsa gerekti.  Yatağa oturup köşeyi yerden aldım. Şimdi gözlerinde korku vardı bu beni gülümsetti. Ama artık bağırmıyordu, kıpırdamıyordu bile. Kaderini kabul eden bir kurban gibi çaresiz. Kanatları koparılmış bir böcek gibiydi ama kelebek değil belki bir sinek; küçük, önemsiz, mide bulandırıcı.
Odanın havası gittikçe daha çok boğuyordu beni nefes almak istiyordum ama içime çektiğim hava zehirliydi tıpkı onun gibi. Üzerine çıkıp boğazını tuttum. Nefesi kesiliyordu yüzü kızardı damarları tekrar ortaya çıktı. Bağıracak gibi ağzını açtı bezi tekrar ağzına tıkadım.  Bütün vücudum ateşten yanıyordu kalbim deli gibi atıyor gittikçe daha çok heyecanlanıyordum.  Jiletle boynuna ufacık bir çizik attım ama tam tutturamamış olmalıyım ki istediğimden daha fazla kesildi. Kırmızı kan yarıktan sızmaya başladı. Kıpkırmızıydı ağzımın sulandığını hissettim tadına bakmak istedim belkide efsanelerdeki vampirlerden biriydim. Parmağımla birazını alıp yaladım. Tuhaf tatlıya yakın bir tadı vardı. Ağzımı yaraya dayayıp emmeye başladım. Midem tekrar bulandı ama önemi yoktu içtiğim hayattı. Boynuna bir iki küçük çizik daha attım kan aşağı doğru akarken nehrin kollarına benziyordu. Çok güzel olduğunu düşündüm. Geceliğini kesip çıkardım şimdi çıplak bedeni daha kırılgan görünüyordu. Bu hali içimdeki isteği karşı konulmaz hale getiriyordu onu kıpkırmızı kan içinde görme arzusu bütün bedenimi ürpertiyordu. Bedenin her yerini küçük kesiklerle süsledim. Kırmızı ne kadar da yakışıyordu ona. Bir defasında onu kırmızı bir elbiseyle görmüştüm o zaman daha gençti ne kadar güzel görünmüştü gözüme şimdi o eski haline dönebilirdi. Göğüslerine, karnına, incecik kollarına, kastan eser eser kalmamış bacaklarına her yanına onlarca çizik attım. Şimdi her yanı kanıyor, vücudu kandan bir gece elbisesine sarılmış gibi duruyordu.  Hareket etmiyordu ama hala yaşıyordu. Keskin kan kokusunu içime çektim ah işte yaşamın kokusu buydu. Midem bulanmıyordu aklım bir sürü pislikten arınmış gibi berraktı. Yaşıyordum evet o ölüyordu ve ben yaşıyordum beni bu dünyaya getiren o gerçekti ve evet cevabımı bulmuştum ben de gerçektim. O kitaplardakiler kadar, perdeye yansıyanlar hatta sokaktakiler kadar gerçektim. İlk defa sıcacık duyguların içimi kapladığını hissettim. Yoksa mutluluk dedikleri bumuydu?
Her şey aydınlanıyordu hayat benim için başlıyordu. İzleyici değildim artık yaşıyordum ve gerçektim.  Kanlar içindeki bedeni dünyanın en güzel eseriydi şimdi. Hayatımın en güzel günü en güzel kadının en güzel haliyle hafızalarıma kazınacaktı...